Popüler Yayınlar
-
Çağımızın hayati riske neden olan en önemli hastalığı olarak kabul edilen kanserin tedavisinde önemli gelişmeler yaşanıyor. Kadınlarda ...
-
Neden atmıyorlar, tedavisi mümkün mü? Asıl adı Kompulsif Biriktirme Hastalığı (Dispozofobi) olan ve halk arasında istifçilik olarak bili...
-
Evrimci bilim adamlarının üreme başarısında bir görevi olmadığını düşündükleri kadın orgazmıyla ilgili önemli bir keşif yapıldı. Bilim insan...
-
Son günlerde Televizyonlarda ve Gazetelerde yaptığı açıklamalarıyla dikkatleri üzerinde toplayan Uzman Diyetisyen Çağatay Köşkeroğlu, kendi ...

En son makaleler
21 Şubat 2021 Pazar
İstanbul Rumeli Üniversitesinin Uygulama Hastanesi olan REYAP Çorlu Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Öztopanlar, koronavirüsü salgınından korunmak ve bağışıklık sisteminizi güçlendirmeniz için 8 altın kuralı paylaştı.
1-Yükte hafif pahada ağır besinler seçin.
Küçük miktarlarda yüksek kalori barındıran gıdalar gün içinde fark etmeden ihtiyacınızdan fazla kalori almanıza sebep olabilir. Yiyeceğiniz besinleri seçerken besinlerin vitamin, mineral, protein veya liften zengin olmasına dikkat edin. 1 paket çikolata yemek yerine liften zengin 1 elma ve proteinden zengin 1 bardak sütü tercih etmeniz sağlıklı besin seçimini oluşturacaktır.2- Her renkten sebzeye sofranızda yer verin.
Mevsim sebzelerinden günde 4-5 porsiyon olacak şekilde tüketmeye özen gösterin. Mümkün olduğunca çeşitli ve renkli sebzeler seçin. Sarı, turuncu ve kırmızı sebzeler temel vitaminleri, karoten ve doğal antioksidanları daha çok içerir. Çiğ yenilen sebzeler bütün vitamin ve mineral içeriğini korur. Lif açısından da daha zengindir.3- Ne kadar su içtiğinizi takip edin.
Vücuttaki su oranının yeterli düzeyde tutulması yaşamsal önem taşır. Su, hücrelere oksijen ve besin öğelerinin taşınmasını, atık ürünlerin böbreklerden atılmasını sağlamakla birlikte sindirim sistemi, cilt sağlığı, bağışıklık sistemi üzerinde de önemli rolleri vardır. Her gün kilogram başına 30 ml su tükettiğinizden emin olun.4- Pişirme yönteminizi dikkatli seçin.
Doğru besin seçimi kadar pişirme yöntemi de sağlığınızı etkiliyor. Yemeklerinizi hazırlarken kızartma/kavurma yerine ızgara/haşlama/fırın/yağsız tava/buharda pişirme yöntemlerinden uygun olanı tercih edin.5- Baharatların gücünden faydalanın.
Doğru yerde ve doğru miktarda kullanıldığında baharatlar tat duyunuza hitap ederken sağlığınıza da katkıda bulunacaktır. Kırmızı biber kapsaisin gücü sayesinde ağrıları azaltır, kilo kontrolünü kolaylaştırır, tansiyonu, kolesterolü dengeler. Zerdeçal bellek korumadan kanseri önlemeye, bağışıklığı güçlendirmeden karaciğer yağlanmasını azaltmaya kadar pek çok etki barındırır. Kan şekerini dengeleyen tarçın aynı zamanda antimikrobiyaldir.6- Yeterli lif aldığınızdan emin olun.
Sağlıklı beslenmenin anahtar noktası yeterli miktarda meyve, sebze ve tahıl bulundurmasıdır. Lif sadece bitkilerde bulunur ve sindirilemediği için kalorisizdir. Sindirim sisteminin düzenli çalışması için dışkıya hacim kazandırır. Yüksek lifli diyetler sindirimi hızlandırır. Bağırsakta bulunan kanserojen maddeler, liflerle birlikte güvenli bir şekilde atılır. Lif alımı metabolizmayı ve sindirimi düzenler. Kan şekerinin normal seviyesinin korumasında ve besin öğelerinin emilmesinde etkilidir. Kolesterol seviyesini azaltır.7- Probiyotik içeren gıdalar önemli
Probiyotikler bağışıklığımıza destek olan, şekerimizi, kolesterolümüzü, kilomuzu ayarlamada bile önemli işlevler üstlenen, vitamin üreten, hazmı kolaylaştırıp güçlendiren ve daha pek çok alanda sağlığımıza neredeyse karşılıksız ama son derece önemli hizmeti aralıksız veren sadık ve faydalı bağırsak bakterilerimizdir.
8- Sağlıklı tabak modeline bir göz atın.
Tabağınızın yarısını sebze ve meyveler ile,1/4 'ünü sağlıklı protein (tavuk/balık/hindi eti/yumurta/kurubaklagiller),1/4 ünü kompleks karbonhidratlar (tam buğday unu, bulgur,karabuğday gibi) ile doldurun. Yanına 1 bardak yoğurt,ayran ya da kefir ekleyin.Dünyada yapılan bilimsel çalışmalar diyet ve kanser arasında kuvvetli bir ilişki olduğu gösteriyor. Beslenme ve yaşam biçiminde yapılacak değişiklikler ile risk faktörlerini engelleyerek kanserden korunmak mümkün. Liv Hospital Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Duygu Derin kanser oluşumuna neden olan risk faktörleri ve alınması gereken önlemleri anlattı.
Kalın bağırsak kanseri: Liften fakir, yağdan ve proteinden zengin beslenme, obezite kalın bağırsak kanseri oluşmasına zemin hazırlar. Hareketsiz bir yaşamı olan, özellikle masa başında çalışanlarda bu risk daha da artar. Diyetteki lifi yani sebze, meyve ve kuru baklagil tüketimini arttırıp hayatımıza fiziki aktivite de kattığımızda kalın bağırsak kanseri oluşum riskini yüzde 40'lara varan oranda azaltabiliriz. Kalın bağırsak kanseri tespiti için 50 yaş ve üstü herkesin kolonoskopik taramadan geçmesi gerekir. Sorun olmasa bile 3-5 yılda bir tekrarlanması faydalıdır. Ailesinde erken yaşta kalın bağırsak kanserine yakalanmış kişiler varsa, kontrollere daha erken başlanmalıdır.
Mide kanseri: Tütsülenmiş et ve balık, işlenmiş et, çok konserve kullanımı, fazla tuzlu gıda tüketimi mide kanserine yol açar. Bu tarz beslenmenin yaygın olduğu Japonya dünyada mide kanserinin en çok görüldüğü yerdir. Beslenmede tariflenen alışkanlıklar bırakılıp bol taze sebze ve meyve içeren diyete geçilirse bu risk azalır.
Akciğer kanseri: En önemli risk faktörü sigara kullanımıdır. İçilen miktar arttıkça risk de artar. Akciğer kanserini erken yakalamak için taramanın ne kadar etkili olduğunu araştıran çalışmaların kısmen sonuçları çıkmıştır. Yoğun sigara kullananlarda düşük dozda radyasyon ile akciğer tomografisi yaparak tarama hastalığın erken evrede yakalanmasını sağlar ve şifa oranını arttırır.
Karaciğer kanseri: Hepatit B, C taşıyıcısı olmak ve yoğun alkol kullanımı bu kanserin en sık nedenleridir. Alkolü düzenli almaktan vazgeçmek, hepatit B ve C taşıyıcılarının da sık aralıklarla sağlık kontrolüne gitmeleri faydalıdır.
Meme kanseri: Erken adet görme, geç menopoz, geç veya hiç çocuk doğurmama, emzirmeme meme kanseri riskini arttırır. Batılı toplumlarda kadınlar daha çok çalışma hayatına girip bu şekilde yaşadıkları için meme kanseri dünyanın batısında ve ABD'de sık, doğuda belirgin daha azdır. Yüzde 5-10 vaka da ailevidir. Son yıllarda obezitenin meme kanserine yakalanma riskini arttırdığı da açıklanmıştır. İdeal vücut ağırlığına inmek ve bunu korumak, spor yapmak, kalorisi ve yağ oranı düşük ama sebze ve meyveden zengin beslenmek, sigara-tütün kullanmamak, alkol alımını kısıtlamak önemlidir.
Pankreas kanseri: Sebebi tam olarak bilinmemektedir. Sigara içenlerde daha sıktır. Alkol kullanımı, şeker hastalığı, kronik pankreatit ve yağlı diyetin bu kansere zemin hazırladığı düşünülür. Sigara, alkol kullanmadan sağlıklı diyetle beslenme önerilir.
Baş-boyun kanserleri: Sigara ve alkol kullanımı en önemli risk faktörleridir. Öyle ki gırtlak kanseri hastalarının yüzde 90'nı sigara kullanıcısıdır. Stresli işlerde çalışıp sigara ve alkolü çok tüketenlerde bu hastalık sıktır. Korunmanın yolu bu alışkanlıklardan uzaklaşmaktır.
Cilt kanseri: Cilt kanserinin esas nedeni genellikle güneşten gelen ultraviyole ışınlarıdır. Mor ötesi ışın veren elektrik lambaları ve bronzlaştırıcı suni ışık kaynakları da cilt kanserlerine neden olabilir. Ultraviyole ışınlarına karşı dünyayı koruyan ozon tabakasının incelmesinin de cilt kanserlerinde ciddi bir artışa neden olduğu bilinen bir gerçektir. En çok risk altında olanlar açık tenliler, çilliler, çok sayıda beni olanlar, ailesinde cilt kanseri olanlar, açık havada çalışan ve çok vakit geçirenlerdir. Güneşin keskin olduğu 11.00-16.00 saatleri arasında mümkünse güneşe çıkmamak, yüksek koruma faktörlü kremler, geniş kenarlı şapkalar ve uygun giysilerle kendimizi korumak, cildimizdeki benleri kontrol ederek büyüme, şekil ve renk değiştirme durumunda gecikmeden doktora başvurmak gereklidir.
Yarım saat egzersiz yapmak yerine günde 5-6 defa 5'er dakikalık "atıştırmalık egzersiz" yapılmasını öneren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Atıştırmalık egzersiz kişide rahatlama etkisi yapıyor" dedi. Tarhan, sosyal mesafe olsun ama ruhsal mesafe olmasın uyarısında da bulunuyor.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Koronavirüsün yol açtığı Covid-19 salgının fiziksel boyutu kadar psikolojik etkilerine de dikkat çekti.
Egzersiz atıştırması yapın!
Spor ve egzersizin psikolojiyi güçlendirmede etkisi olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bu dönemde her gün mutlaka egzersiz yapılmasını tavsiye etti: "Her türlü spor beyinde endorfin salgıladığı için bu dönemde egzersizi öneriyoruz. Endorfinin iki özelliği vardır. Birincisi haz verir. İkinci olarak da kaslarda ağrı kesici etkisi vardır. Romatizmaya bile iyi gelir. Bu sebeple kişi spordan sonra kendini rahatlamış ve gevşemiş hisseder.Evde kalınan süreçte günlük spor ve egzersiz yapılmalı. Her insanın günlük en az 5 bin adım atması gerekiyor. Günde 5 bin adım atmayan insan hem yağ yakamaz hem de vücuttaki kas stokunu desteklememiş olur. İleri yaşlarında güçsüz olur. Uzmanlar egzersiz atıştırması yapın diyorlar. Yani oturup yarım saat egzersiz yapmak yerine 5'er dakikalık günde 5-6 defa egzersiz yapmak. Bu atıştırmalık da kişide rahatlama etkisi oluşturur. Evde kaldığımız bu süre içerisinde kendi önem piramidimizi oluşturalım. En tepeye en önemlisini koyarak önemliden önemsize doğru bir sıralama yapalım. Bir de öncelik piramidimiz olsun. Sabah kalkınca en öncelikli işimiz ne ise onu yapacağız. Önem ve öncelik piramidi olan kişiler zaman yönetimini iyi yaparlar."
Düşünceleri yatağınıza taşımayın!
Bu dönemde yaşanan uyku sorunlarına da değinen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Daha önce uyku sorunu olmayıp bu dönemde ortaya çıkan bir uyku problemi var ise yüksek ihtimalle strestendir. Stres uyku kaçırır. İnsan nasıl yatağa yatmadan önce kıyafetlerini çıkarır, pijama giyerse düşüncelerini de yatağa yatmadan önce çıkartması lazım. Zihnini yatmadan önce boşaltıp rahatlaması lazım. Tabi bu kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Kişi zihinsel uyarıcı şeyler yaparsa yatmadan önce mesela cep telefonuyla yatağa yatarsa uykusu tabi ki kaçar. Kişinin kendini bilmesi önemli. Bağışıklık sistemini en çok koruyan kaliteli uykudur. Şu sıralar insanlar diğer zamanlarda uyudukları uykuyu 1-2 saat artırsınlar. Çünkü bağışıklık sistemlerimizin güçlenmeye ihtiyacı var" uyarısında bulundu.
Sosyal mesafe olsun ama ruhsal mesafe olmasın!
Bireylerin var olan stresi yönetmeleri gerektiğini de kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, yapılması gerekenler konusundaki önerilerini şöyle sıraladı:
"Çeşitli sloganlarla evde kal çağrısı yapılıyor. Zorunlu durumlar olmadıkça dışarı çıkmayalım. Bunu yapmak çok önemlidir. Hep beraber evde olunduğu durumlarda var olan şeyleri yeniden yapılandırmak gerekir. Mesela bir kitap alınır ve o kitabı herkes beşer dakika sırayla bütün aile bireyleri okur. Televizyon, tablet ve akıllı cihazlar bunları unutturdu ama bizim geleneklerimizde vardır. Bu şekilde aidiyet duygusu ve kişilerin bağlanma duygusu artar. Birlikte zaman geçirmeyi başarmak gerekiyor. Aynı evde olup da mesafesiz terk ediş dediğimiz durumlar da var. Kişiler aynı evdeler ama birbirlerine uzaklar. Sosyal mesafe olsun ama ruhsal mesafe olmasın.
Duyguları düzenleme becerisi önemli
Şu anda önerilen sosyal mesafenin gerekli ve önemli olduğunu kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Evdekilere, yakınınızdakilere sarılmak bile riskli. Uluslararası psikiyatride sosyal mesafe uzun sürerse sosyal insanlar arasında düşmanlık duyguları artar mı konusu tartışılıyor. Çünkü fiziksel temas insan beyninde mutluluk hormonunu salgılıyor, insanlar kendilerine karşı daha sıcak duygular besliyor ve güven oluşuyor. Mesafe arttıkça gönüllerde de mesafe olacak. Ruhsal mesafe de olabilecek. Burada duyguları düzenleyebilme becerisi önemlidir. Bunun geçici olduğunu bilerek hareket edersek daha rahat geçiririz. Kriz durumlarında manevi değerleri yüksek olan kişiler daha şanslı. Bu durum insanın iç keşif yolcuğu yapması için bir fırsat. Nasıl dış dünya varsa içimizde de bir dünya var. Bununla ilgili "Korona Günleri" diye günlük tutulabilir. Kendi duygularımızla ya da başka şeylerle ilgili olabilir. Bu zamanlarda kişinin yetenekleri bile ortaya çıkabilir. Zor şartlar insandaki gizli potansiyeli tetikleme özelliğine sahip. Bu da bizim kendimizi keşfetmemizde bir fırsat olabilir. Özellikle manevi yönden bir insanın kendini arındırması, kendini iyi ve güzel özelliklerle ilgili hayaller kurması insanı güzelleştirir" diye konuştu.
İç keşif yolculuğumuza çıkalım
Manevi terapinin bu süreci atlatmada etkili olabileceğini de kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Böyle durumlarda insan iç keşif yolculuğuna çıkmalı. Dış dünyamız ne kadar zenginse iç dünyamız da o kadar zengin. Hayal dünyamızda güzel şeyler inşa edelim. Biz manevi yönden kültür olarak çok şanslıyız. Anadolu irfanımız güzelliklerle dolu. Müthiş bir manevi birikimimiz var. Fakat eski sorulara eski cevaplar vermeyelim. Yeni cevaplar verelim. Fakat bunu yaparken de kökümüzden de kopmayalım" tavsiyesinde bulundu.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Yudum Akyıl kış depresyonunun önüne geçebilmek için tavsiyelerde bulundu
Kış depresyonunun en önemli sebeplerinden biri mutluluk hormonu serotoninin salgılanmasına yardımcı olan güneş ışığını çok daha az almak. Bunun yanı sıra kış aylarıyla birlikte sorumlulukların artması, iç mekanlarda daha fazla zaman geçirmek, sosyal hayatın da buna bağlı olarak kısıtlanması da depresyona sebebiyet veriyor.
Teknoloji ve sosyal medyanın da etkisiyle yeni yüzyılda bireylerin yaşam hızı gözle görünür biçimde artış gösterdi. Sadece çocuklar değil yetişkinlerin de sıkılmaya tahammülü azaldı. Bir sonraki tarihe,gerçekleşecek etkinliğe, yılbaşına, yaz tatiline, sosyal medyada paylaşacağımız fotoğrafa odaklı yaşıyoruz. Aradaki günler, saatler, sabredilmesi gereken zaman aralıklarına dönüştü. Hem evde hem iş yerinde çalışanlar için bir madde eksilince yerine yenisi konan listeler, halledilmesi gereken işler ile hep gelecek odaklı bir yaşam sürüyoruz.
'Anın tadını çıkarın'
Kış depresyonunun önüne geçmek için tavsiyelerde bulunan İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Yudum Akyıl, "Ruh sağlığı için aklımızda geçmiş, şimdi ve geleceğin dengeli bir dağılımı olması çok önemli. Bir yandan kim olduğumuzu, sevdiklerimizi, değerlerimizi anlamak ve yaralarımızı fark edebilmek için geçmişe bakabilmeliyiz. Bir yandan da plan yapmak, hayal kurmak, hedef koymak için geleceği düşünmek elzem. Ancak geçmişe fazla odaklandığımızda değiştirmemiz mümkün olmayan olumsuz yaşantılar merkeze oturuyor, suçluluk duygusu ya da pişmanlıklar güçleniyor, bazen de eski günleri geri getirmek isteğiyle nostaljik bir ruh haline bürünüyoruz, depresif hissediyoruz. Geleceğe fazla odaklandığımız zaman ise bilinmezlik devreye girdiği için kaygı seviyemiz yükseliyor, hep koşturma halinde aslında neresi olduğunu bilmediğimiz bir noktaya ulaşmaya çabalıyoruz. Yaşanan anın keyfinin sürülmesi, birliktelikleri doyasıya yaşamak, gerçekten eğlenmek için eğlenmek, oyun oynamak, kahkahalarla gülmek, hıçkırarak ağlamak, paylaşmak ise şimdi ve burada olabilmemizi gerektiriyor. Hayatı sadeleştirmek ve küçük keyifleri merkeze almak hayattan alınan doyumu artırıyor" şeklinde konuştu.
'Kışı keyifli hale getirecek rutinler yaratın'
Kış depresyonunu önlemek ve iyileştirmek için açık havada daha fazla vakit geçirecek aktiviteler yaparak güneş ışığından olabildiğince faydalanmanın ya da fiziksel egzersiz yapmanın önemini vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Akyıl, "Tüm bunların yanı sıra sevdiklerinizle bir arada olmak da antidepresan etkisi yaratır. Ayrıca, kışı keyifli hale getirecek rutinler yaratabilirsiniz. Kestane pişirmek, kutu oyunları oynamak, örgü örmek, mum yakmak, belki de çocukluğunuzda hoşunuza giden bir aile geleneğini tekrarlamak. Farkındalık egzersizleri (nefese, bedene, bir objeye odaklanmak gibi) de olumsuz düşünce ve kaygı yönetiminde kullanılabilir" dedi.
Depresyonunuz size ne söylüyor?
İhtiyaçlarınızın sesine kulak verin diyen Dr. Öğr. Üyesi Akyıl, "Bir yandan da, yaşadığınız sıkıntıların ihtiyaçlarınız hakkında mesaj verdiklerini unutmayın. Depresif hissettiğinizde bunu hemen yok etmeye çalışmadan bu duygunuza yakından bakmaya çalışın. Düşünceleriniz, duygularınız ve bedeniniz bu ruh halinden nasıl etkileniyor? Nasıl tepkiler veriyor? Bu ruh hali çevrenizdekileri nasıl etkiliyor? Gerçekten kendinizden ve yakınlarınızdan neye ihtiyacınız var? Özlemleriniz ne? Bu diyaloğu kendinizle ya da güvendiğiniz bir kişiyle kurabilirsiniz. Yazmak da işe yarar bir kendine bakma yoludur. Ancak mutsuzluğunuzun ve isteksizliğinizin çok arttığını, uykunuzun ve beslenmenizin de etkilendiğini düşünüyorsanız,çevrenizdekiler sizdeki değişimi fark ediyorsa, bir uzmandan destek almanız gerekir" ifadelerini kullandı.
Yemek, temizlik, çamaşır... Ev işi yaparken sağlığınızı büyük ölçüde riske attığınızın farkında mısınız?
Ev işleri sırasında yaşanacak uzun süreli duruş bozuklukları veya doğru olmayan yüklenmeler diz, bel, boyun, omuz gibi bölgelerde problemlere yol açmaya başladı. Ağır ev işi yapan kişilerin ortalama yüzde 60'ı her yıl kas iskelet sistemi ağrıları nedeniyle günlük yaşam aktivitelerinde kısıtlanmalar hatta sakatlıklar yaşanıyor.
Kişilerin yaşamlarını etkileyen bu durumdan korunmak için risk faktörleri bilinmeli, ev ortamı ergonomiye uygun düzenlenmeli ve ev işlerine basit önlemler alarak oluşabilecek sorunların önüne geçilmeli.
Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, yapılan hatalar ve alabileceğiniz önlemler hakkında şu bilgileri verdi:
1) Sağlıklı vücut duruşu için çalışılacağınız yüzeylerin (tezgah gibi) yüksekliği her zaman önemlidir. Çalışacağınız yüzeyler çok yüksek veya çok alçak olmamalıdır. Alçak yüzeylerde çalışmanız uzun süreli kambur pozisyonda durmanıza sebep olacaktır. Bu duruş ileride yaşayacağınız bel boyun ve sırt problemlerine neden olabilmektedir.
2) Yüzeyin yüksek olması ise dirsek ve kolda zorlanmaya sebep olur. Tezgah yüksekliği dirsekten 5-10 cm aşağıda olmalıdır, ağır iş yapanlar için ise bu seviye10-25 cm'dir. Bu durumda tezgahınızı yıkmak yerine ayağınızın altına bir yükselti koymayı deneyin.
3) Yüksek bir yere uzanmadan çalışabileceğiniz yüzey yükseklikleri omurganızın duruş sağlığı için her zaman en idealidir.
4) Bel bölgenizden destek alıp öne doğru eğilerek uzun süre yapacağınız işler o bölgeye binen yükü arttırmaktadır. Bu durum ilk başlarda bel ağrılarınızın oluşmasına yol açabilmekle birlikte ilerleyen dönemlerde bel fıtığı tablosu ile karşılaşma riskinizin artmasına neden olabilir. Çalışılacak yer ile aranızdaki mesafe 30 cm üzerinde olmamasına özen göstermelisiniz.
5) Uzun süreli ayakta kalarak veya oturarak iş yapmaktan kaçınmalısınız. Sürekli aynı pozisyonlarda kalmaktan kaçının, bu tarz işlerinizi gün içindeki zamana yayabilirsiniz.
6) Lavabo gibi alanlarda yıkama işlemi gerçekleştireceğiniz zaman bir adımınızı öne alarak çalışmalısınız ve daha sonra diğer bacağınız ile değiştirmelisiniz.
7) İşlerinizi yaparken uzun süreli ani dönme hareketlerinden kaçınmalısınız. Bu tarz stresler vücutta yaralanma mekanizmasını tetiklemektedir. Ani dönme hareketleri yerine adım alarak hedefe yönelmeniz daha sağlıklıdır.
8) Günlük hayatınızda sıkça kullandığınız eşyalarınızı kolay ulaşabileceğiniz yerlerde muhafaza edebilirsiniz.
9) Perde asmak veya yüksek bir yere uzanmak gibi baş üzerinde yapacağınız aktiviteler omuz, boyun gibi bölgelerinizde yaralanmalara neden olabilmektedir. Bunun önüne geçmek için merdiven ve benzeri yükselticilerden destek alabilirsiniz.
10) Ütü yaparken masanızın yükseltisini kambur pozisyonda durmayacak şekilde ayarlamalısınız. Çamaşır sepetinizi tabure gibi yardımcı eşyaların üzerine koyabilirsiniz. Böylelikle sepetin içinden ütüleyeceğiniz eşyayı almak için sürekli kontrolsüz öne doğru eğilmenin önüne geçerek omurga sağlığınızı koruyabilirsiniz.
11) Yerleri dizlerinizin üzerinde silmemelisiniz. Bu durum ileride diz ekleminiz ve çevre dokularınızda yaralanmalara neden olabilir. Bu durumun önüne geçmek için uzun saplı yer silme aparatlarından destek alabilirsiniz. Bu tarz aparatlarI temin edemiyorsanız dizlerinizin altına yastık koyabilirsiniz.
12) Elektrik süpürgenizi kullanırken süpürge sapının uzun olmasına ve vücudunuza göre ayarlanabilir olmasına dikkat etmelisiniz.

14) Temizliğe başlamadan önce dirseklik ve dizlik gibi yardımcı ekipmanlar kullanabilirsiniz. Bu ekipmanlar temizlik sırasında yaralanma riskinizi minimum seviyeye indirebilmektedir.
15) Temizlik sırasında mutlaka molalar vermelisiniz. Her 30 dakikada bir 10 dakika mola vermeniz vücudunuzun yorulmasına engel olacaktır.
Özellikle 40 yaş sonrası yumurtalarda bu olumsuz etkilenme belirginleşiyor. İlerleyen yaş ile birlikte yumurtalıklarda genetik problem riskinin arttığını ve gebelik oranlarının düştüğünü belirten Anadolu Sağlık Merkezi Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanları Doç. Dr. Tayfun Kutlu ile Dr. Ebru Öztürk Öksüz, yumurta dondurma işlemi ile ilgili merak edilen soruları yanıtladı.
Yumurta dondurma işlemi kimlere uygulanmalı?
Herhangi bir hastalık (kanser ve cerrahi işlem) ve tedavi (kemoterapi, radyoterapi vb) nedeniyle yumurtalık dokusunu kaybetme riski olan kişiler, bu tedavi öncesinde yumurtalarını dondurup, tedavi süreci bittikten sonra rahatlıkla bu yumurtaları kullanıp gebe kalabiliyorlar.
Yumurta dondurma işlemi en çok kimlere öneriliyor?
Herhangi bir hastalık nedeniyle yumurtalarını kaybetme riski olan hastaların yanı sıra en çok önerdiğimiz kişiler, gebelik planını erteleyen, yumurta rezervi azalmaya başlayan tüm kadınlar. Çünkü artık yasalarımız da bu tedaviyi destekliyor. Yani yumurta rezervi azalmaya başlayan, yaş faktörü olan tüm kadınlar yumurtalarını dondurabiliyor. Ve gebelik düşündükleri zaman artık yumurtalıkları çalışmasa bile dondurdukları yumurtaları olduğu için gebelik şansını kaçırmıyorlar. Kadınların, yumurtalarını dondurmaları için evlilik şartı da bulunmuyor.
Yumurta dondurma işlemine ne zaman başlanmalı?
Bu işlem çok uzun zaman ayrılması gerektiren bir işlem değil. Tedavi, adetin 2. veya 3. günü başlıyor. Amacımız hormon tedavisi ile birlikte yumurtaları uyarmak ve onları belli bir sayı ve olgunluğa ulaştırmak. Yaklaşık 10-11 günde istediğimiz gelişmeyi elde ediyoruz ve yumurta toplama işlemine geçiyoruz. Yumurtalar toplandıktan sonra iyi kalitede yumurtalarımızı donduruyoruz. Kısaca tedavinin yaklaşık 14 gün sürdüğünü söyleyebiliriz.
Yumurta ne kadar süre saklanabiliyor?
Yasal olarak 5 yıl yumurtaları saklayabiliriz. Sonrasında da bakanlık onayı ile uzatabiliyoruz.
Cildin elastik ve bağ doku hacminin azalmasıyla yanaklarda boşalma ve çöküntü, burun yanında çizgiler, çene kontüründe sarkma, dudak dolgunluğunda azalma, gözaltlarında oluklanma gibi yaşlanma belirtileri oluşuyor. Bütün bu yaşlanma etkileri "hyaluranik asit" dolgularla doğal bir görünüm verilerek giderilebiliyor. Memorial Wellness Kozmetik Dermatoloji Bölümü'nden Uz. Dr. Ayça Alan Atalay, hyaluranik asit ve dolgu uygulamaları hakkında bilgi verdi.
Botoks'un yeterli olmadığı durumlarda dolgu gerekebiliyor
Hyaluronik asit, cildin dermis denilen orta tabakasında, bağ doku ve eklemlerde bulunan cilde, nemli, canlı ve parlak görünümünü veren, canlı türlerinin tamamında aynı yapıda bulunan bir moleküldür. 70 kg vücut ağırlığı olan bir kişinin vücudunda yaklaşık 15 gr hyaluronik asit bulunmaktadır. Hyaluronik asit 1000 kata kadar su tutma kapasitesine sahiptir. Tüm canlılarda benzer yapıda olması sayesinde alerjik reaksiyon riski en düşük ve en güvenilir dolgu maddelerindendir. Hyaluronik asit dolguların dayanma süreleri 6-24 ay arasında değişmektedir. Botulinum toksin uygulamalarının yeterli gelmediği alın, kaş arası ve göz kenarı çizgilerini düzeltmek amacıyla da dolgular kullanılmaktadır.
Hyaluronik asit dolguların en sık yapıldığı bölgeler;
Elmacık kemikleri
Göz altı bölgesi
Dudaklar
Burun kemeri, burun ucu düşüklükleri
Çene bölgesidir.
Göz altı ve yanaklarda uzun süreli kullanılabiliyor
Dolguların dayanıklılık süresi dolgunun yapısına, uygulanan bölgeye ve kişiye göre değişkenlik gösterebilmektedir. Çok hareketli dudak, burun yanı çizgileri gibi bölgelerde bu süre daha kısayken, göz altı ve yanak gibi bölgelerde çok daha uzundur. Antioksidanlardan zengin sağlıklı beslenme etki süresinin uzaması konusunda yardımcı olacaktır. Bunun dışında hyaluronidaz aktivitesi, sigara kullanımı, dolgu yapılan bölgenin çok sık masajlanması dolgu dayanma süresini kısaltabilmektedir. Hyaluronik asit dolguları hyaluronidaz denilen enzimle parçalayıp tamamen ortadan kaldırabilmek mümkündür.
Dudaklar daha dolgun ve belirgin oluyor
Dudaklar özellikle kadın yüzünde en dikkat çekici güzellik sembollerinden kabul edilmektedir. İlerleyen yaşla beraber dudakların volüm kaybetmeye başlaması, dudak köşelerinin aşağıya doğru dönmesiyle kişiye mutsuz, üzgün bir ifade vermektedir. Dudak çevresinde sigara kullanımına bağlı çizgilenmeler oluşması şeklinde yaşlanma bulguları da oluşabilmektedir. Bazı kişilerde yapısal olarak dudağın kontür kısımlarının silik olması, çok ince veya asimetrik olması, alt-üst dudak oranlarının dengesizliği olabilmektedir. Daha dolgun, kontür kısımları belirgin, güzel bir dudağa şeklini veren Cupid's Bow denilen kavisli, belirgin dudaklar yaratabilmek adına hyaluronik asit dolgular sıklıkla kullanılmaktadır. Çok hareketli bir bölge olması dolayısıyla kişisel faktörlerle de bir miktar değişebilmekle birlikte 6-12 ay süren etki sağlanabilmektedir.
Göz altlarına aydınlık ve ışıltı veriyor
Göz altında bulunan gözyaşı oluğu, orta yüzde boşalma ve sarkmanın da etkisiyle yaşla beraber göz çevresinde kişiyi yorgun, uykusuz gösteren koyu halkalara neden olmaktadır. Bazı kişiler genetik olarak göz çevrelerindeki derinin daha koyu renkli olması ve göz çevresi halkalarına meyillidir. Göz çevresinin hassas bir bölge olması dolayısıyla morluk, ödem gibi yan etkilerden kaçınabilmek amacıyla kanülle uygulama tercih edilmelidir. Gözyaşı oluğunun tedavisiyle göz çevresinin daha dinlenmiş ve aydınlık görünmesi sağlanabilmektedir. Etki yaklaşık 1 yıl devam etmektedir.
Burun sırtındaki küçük çıkıntılar ve burun ucu düşüklüğü gideriliyor
Burun sırtında hafif kemeri, burun ucunda düşüklüğü olan kişilerde yumuşak kıvamlı dolgularla burun sırtının daha düz görünmesi, dudak-burun, alın-burun arasındaki açının optimalize edilmesi mümkün olabilmektedir. En önemli dikkat edilmesi gereken noktalar burun dolaşımın zayıf olduğu bir bölge olduğundan anatomiyi bilerek uygun teknik, uygun dolgu malzemesiyle müdahale etmek, dolguyla tedavi edilecek burunları iyi seçmektir. Yüzüne göre büyük, ucu belirgin kalın olan bir burunda tedavi seçiminin cerrahi olması gerektiği unutulmamalıdır.
Yanak dolgusunun etkisi uzun süre devam ediyor
İlerleyen yaşla birlikte kemik yapıda düzleşme, yanaklarda bulunan yağ doku hacimlerinde azalmalar ve sarkmalar sonucu yanaklar volüm kaybetmektedir. Bu etkiler kişiyi yorgun, üzgün göstermektedir. Hyaluronik asit dolgularla yapılan uygulamalar sonucu cilt daha canlı, dinlenmiş bir görünüme kavuşmaktadır. Bölge çok hareketli olmadığı ve dolgu daha derine uygulandığı için dolgunun etkisi 8-24 ay devam edebilmektedir.
Çene dolgularıyla yüz daha genç ve dinamik görünüyor

Bu önerileri dikkate alın
Tüm bu işlemlerin mutlaka uzman doktorlar tarafından uygulanması gerekmektedir.
Kişinin gerçekten dolguya ihtiyacı olup olmadığı iyi değerlendirilmeli, gerekli olan bölgeye uygun ürün seçilmelidir.Dolgunun yüz orantısını bozmayacak şekilde uygulanması gerekir. Uygulama sonrasında duş, sıcak soğuk dengesi, makyaj, egzersiz gibi konularda mutlaka doktorun önerileri doğrultusunda hareket edilmelidir.
Kafa yapısı anormalin dışında büyüyorsa dikkat!
Beyin tümörü belirtileri yaşa göre değişiyor
Yaş fark etmeksizin yaşamın her döneminde beyin tümörlerinin oluşabileceğini kaydeden uzmanlar, belirtilerin yaşa göre değiştiğine dikkat çekiyor. Özellikle ilk 2 yaşta kafa yapısının anormalin dışında büyümesinin ciddi bir belirti olduğunu belirten uzmanlar, yürüme bozuklukları, kusma ve baş ağrıları gibi diğer belirtilerin dikkate alınması gerektiğini kaydediyor. Erken teşhisin önemini vurgulayan uzmanlar, mutlaka uzmana başvurulmasını tavsiye ediyor.
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahı Prof. Dr. Mustafa Bozbuğa, çocukluk döneminde ortaya çıkan beyin tümörlerine ilişkin açıklamalarda bulundu.
Kontrolsüz çoğalan hücreler tümöre yol açıyor
Beyin ya da daha geniş anlamıyla sinir sisteminin kuşkusuz vücudumuzdaki en karmaşık yapı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mustafa Bozbuğa sözlerine şöyle devam etti:
"Fonksiyonuyla paralel olarak anatomik ve fizyolojik yapısı da son derece çeşitli. Buna bağlı olarak çok sayıda hücre içeriyor. Her bir hücrenin çok farklı hatta ihtiyaca göre değişebilen fonksiyonları var. Bu hücreler yapımı ve yıkımı tamamen kontrol altında olan, beli bir plan, program, kod dahilinde ilerleyen hücrelerdir. Normal hayatın akışı sırasında bu hücrelerin yapımında ve yıkımında, yani çoğalmasında bir sorun olabiliyor. Kontrolsüz bir şekilde çoğalabiliyorlar. Bu durumda da beyinde veya omurilikte olmaması gereken ve sürekli çoğalan kitleler ortaya çıkıyor. Aslında bu kitlelere tümör diyoruz. Tümör daha geniş bir anlamı olmasına rağmen kanserlerle ya da tıptaki karşılığı yeni oluşum olan neoplazilerle eş anlamlı kullanılıyor. Özetle baş içinde veya omurilikte olmaması gereken kitlelerin kontrolsüz bir şekilde çoğalması demektir."
Beyin tümörü her yaşta görülebilir
Beyin tümörlerinin tüm yaşam boyunca ortaya çıkabileceğine dikkat çeken Bozbuğa, "Yani anne karnındaki bir bebekte de 80'li, 90'lı yaşlardaki bir kişide de beyin tümörü görülebilir. Fakat yaşa göre ortaya çıkan tümör çeşitleri değişiyor. Farklı yerleşimlerde olabiliyor, farklı seyir ve sonuçlar gösterebiliyorlar. Örneğin pediatrik dediğimiz çocukluk dönemi beyin tümörleri son derece yaygındır. Soliter tümörlerin yani kitle oluşturan tümörlerin yüzde 20'sini oluşturur ki bu lösemilerden sonra 2'nci sırada kanser grubu demektir" dedi.
Tümör belirtileri yaşa göre değişiyor
Belirtilerin aslında çocuklukta hangi yaşta ortaya çıktığına göre de değiştiğini söyleyen Bozbuğa, "Küçük yaştaki çocuklarda kafanın büyüme kapasitesi var. Örneğin ilk 1 yaştaki çocuklarda kafa kemikleri henüz tam olarak birleşmedikleri için kemikler arasındaki açıklıklar açılarak, kapanmayarak kafanın daha da büyümesine, tümöre yer açmasına olanak sağlıyor. Bu da kafa içi basınç artması sendromu dediğimiz tablonun daha geç ortaya çıkmasına neden oluyor" diye konuştu.
Bu belirtilere dikkat!
Bozbuğa, tümörün bulunduğu yerdeki fonksiyon bozuklukları veya komşu beyin dokusunun uyarılmasıyla, etkilenmesiyle epilepsi ataklarının oluşabildiğini söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
"Tümör, ileri yaştaki çocuklarda yürüme bozukluklarına yol açabiliyor. İlk 2 yaşta kafanın anormal biçimde büyümeye başlaması, huzursuzluk, sürekli ağlama, gerginlik, yemek yememe, uyumama ya da bir süre sonra aşırı uyuma, her ne kadar kafa kemikleri birleşmediyse de bir süre sonra kafa içinde basınç artması sonucu daha ağır bir tablo görülebiliyor. Çocuğun tüm hayati fonksiyonlarının, solunum fonksiyonlarının ve bilincinin etkilenmesi gibi belirtiler meydana geliyor. Konuşmaya başlayan, yürüyen çocuklarda da yürüme bozuklukları, kusma, baş ağrıları ve birtakım beyne ait fonksiyon bozuklukları, kuvvet kaybı, görme bozuklukları, hormonal bozukluklar, aşırı kilo alma ya da aşırı kilo verme, aşırı su içme şeklinde belirtiler olabilir. Bu belirtiler uyarıcı olmalı. Bu ciddi belirtilerin her hangi biri olduğunda muhakkak çocuğun doktora götürülmesi gerekir. Erken teşhis konması da tanı, tedavi ve iyi bir sonuç almak bakımından son derece önemlidir."

17 Şubat 2021 Çarşamba

Orta yaştan sonra yaşam hanesine eklenen her yeni yıl, erkeklik hormonu testosteronun düşmesine yol açıyor.
Yaşlanmayla birlikte erkekler, kadınlardaki menopoza benzeyen bir süreç yaşıyor. Kadında östrojen hormonunun eksikliğiyle başlayan bu sürecin erkekteki tetikleyicisi ise testosteron seviyesinin düşmesi oluyor. Her ne kadar erkekte kadınlardaki kadar büyük bir kayıp olmasa da, azalan erkeklik hormonu yüzünden bazı sıkıntılar yaşanabiliyor. Andropoz, bir başka deyişle ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ olarak adlandırılan bu rahatsızlıkla ilgili olarak en çok merak edilen soruları Acıbadem Kocaeli Hastanesi Üroloji Uzmanı Doç. Dr. Serkan Deveci yanıtladı.
- ’Yaşlanan Adam Sendromu’ nedir?
‘Yaşlanan Adam Sendromu’ aynı zamanda erkek menopozu, andropoz ya da yaşlanan adamda hipogonodizm olarak da adlandırılıyor. Her erkek 30’lu yaşlardan sonra 10 yılda bir, kanında bulunan testosteronun yüzde 10’unu, 50 yaşından sonra ise yüzde 25’ini kaybediyor. Testosteron denince herkesin aklına ilk olarak cinsellik gelse de, aslında bu sadece cinsellikle ilgili bir hormon değil. Testosteron hem erkekte hem de kadında ruh halini düzenliyor. Cesaret, iyi olma hali, entelektüel aktivite, kas gücü, karın bölgesinde zayıflama ve kilo artışı da bu hormonla ilgili oluyor. Testosteron seviyesi düşen erkeğin psikolojisi olumsuz etkileniyor, kaslarında zayıflama başlıyor, göbek bölgesinde yağlanma oluşuyor ve entelektüel aktivitesi zayıflıyor. Bununla birlikte depresif ruh hali, uyku bozuklukları, cilt değişiklikleri, cinsel isteksizlik ve ereksiyon problemleri de ortaya çıkıyor. Tüm bu belirtilerin toplamı, ‘Yaşlanan Adam Sendromu’nu oluşturuyor. Yani düşen testosteron seviyesi, sadece cinsellikle ilgili olmayan, yaşamın bütününü ve iş hayatını da kapsayan bir takım sorunlara yol açıyor.
- Erkekler kaç yaşından itibaren ürolojik takip yaptırmalı?
Kesin bir yaş olmasa da, 45 yaşından sonra tüm erkeklerin ürolojik olarak takibe alınmaları gerekiyor. Bu takip, prostat kanserinin ve ‘Yaşlanan Adam Sendromu’nun erken tanısı için önem taşıyor.
- Takiplerde rutin olarak neler yapılıyor?
‘Yaşlanan Adam Sendromu’ ve prostat kanserinin takibi farklı olduğu için değerlendirmeler ayrı ayrı yapılmalı. Prostat kanserine erken tanı konulabilmesi için toplumda gereken bilinç oluştu. Ancak ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ henüz bilinmiyor. Bu sendrom prostat hastalıklarından farklı değerlendiriliyor. Yaşlanan Adam Sendromu’nda, yaşlanma ile erkeklik hormonu olan testosteron seviyesindeki düşüş bir arada seyrediyor.
- Bu şikayetlerle ilgili olarak doktora başvuru oranı nedir?
45 yaşından sonra prostat hastalıkları açısından muayene olma alışkanlığı gelişse de, bu muayene kapsamında ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ değerlendirilmiyor. Çünkü hastalık çok iyi bilinmiyor. Entelektüel aktivitede zayıflama, göbek çevresinde yağlanma ve kaslarda zayıflama, yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak görüldüğü için bu durumun üzerinde fazla durulmuyor. Ancak ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ önemli bir sağlık sorunu olduğu için tüm bu belirtilerin önemsenmesi ve gerekli önlemlerin alınması gerekiyor.
- Tanı nasıl konuyor?
Testosteron düzeyi, kan örneği alınarak ölçülüyor. Bu uygulamanın, sabah 08:00-10:00 saatleri arasında yapılması gerekiyor. Çünkü bu saatlerde, erkeklik hormonu en yoğun seviyede oluyor. Testosteron düzeylerinde düşüklük varsa ve hastalığın semptomları görülüyorsa, hastaya ‘Yaşlanan Adam Sendromu’ tanısı konuluyor ve testosteron hormon replasmanına başlanıyor.
- Testosteron takviyesine hangi aşamada karar veriliyor?
Bundan 5 yıl önce, testosteron replasmanının (azalan hormonu yerine koymanın) prostat kanseri riskini artıracağı düşünülüyordu. Ancak araştırmalar bu iddianın gerçeği yansıtmadığını gösterdi. Günümüzde prostat kanseri olanlara bile testosteron replasmanı yapmak mümkün olabiliyor. Hormon replasmanı prostat kanseri riskini artırmadığı gibi, prostat kanserlilerde kanserin ilerlemesini artırmadığı konusunda son dönemlerde yayınlar bulunuyor.
- Testosteron takviyesi uygulaması hangi durumlarda sakıncalı?
Erkeklerde görülen meme kanserinde, uyku apnesinde ve bu durumdan etkilenebilecek olan diğer bazı hastalıkları olanlarda testosteron replasmanı yapılması sakıncalı bulunuyor.
- Testosteron da östrojen gibi birlikte mi veriliyor?
Kadın ve erkek mekanizmaları birbirinden farklı olduğu için kadınlarda replasman yapılırken östrojen ve testosteron birlikte kullanılıyor. Çünkü testosteronun aktif olması için östrojen de gerekiyor. Ancak erkeklerde böyle bir durum söz konusu olmadığı için sadece testosteron replasmanı yapılıyor. Replasmanı uygulamanın farklı yöntemleri var. Replasman ağızdan, damar içine ya da cilde sürme yoluyla yapılabiliyor. Bu uygulama teknikleri arasında cilt üzerine jel sürme, en basit ve yaygın olanı. Hastanın jeli cildinin üzerine, günde bir kez, sabahları uygulaması yeterli oluyor. Tedavide yaş sınırlaması olmadığı gibi, tedavi ömür boyu da sürebiliyor. Ayrıca biz artık yaşamın her evresinde sağlıklı ve mutlu bir hayat sürmenin mümkün olduğuna inanıyoruz.

Günümüze batılı ülkelerde ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde kiloları çok yüksek olan insanların özellikle de kadınların negatif ayrımcılığa uğradıklarını vurgulayan Baykal, psikologların birçok ülkede gerçekleştirmiş olduğu aşırı kilolu insanların başkaları tarafından nasıl değerlendirildiklerine dair yapılan incelemelerini anlattı.
"Bazı iş ortamlarında insanlar aşırı kiloları sebebi ile terfi alamamaktadır"
Çağımızda istisnasız herkesin kilolarıyla sorunları var. 20'nci yüzyılın sonlarına doğru insanların beyinlerine kazınan düşünce "zayıf olmak eşittir sağlıklı olmak ve beğenilmek ve toplumca daha kolay kabul edilmektir." Bundan birkaç yıl önce, tanınmış bir iş adamı, entelektüel yetenekleri üstün olmasına rağmen, sadece aşırı kilolu diye bir kadın çalışanın işten çıkarılması için talimat vermişti. Sonuçta iş hukuka havale edildi, Gazetelere düştü. Fakat kiloları fazla olan o kişi işe tekrar alınmadı. Araştırmalar aşırı kilolu ve obez insanların, daha az çekici, davranışlarını daha az kontrol edebilen, daha az zeki, başarısız, sıkıcı, tembel olarak algılandıklarını göstermektedir. Ayrıca birçok araştırma erkeklerin olabildiğince ince, hatta sıska denebilecek kadınlardan hoşlandıklarını gösteriyor.
İş ortamında, eğitim alanında, tıbbi merkezlerde, medyada ve diğer toplu yaşam alanlarının birçoğunda aşırı kilolu ve obez insanlar "insanlar arası ilişkilerde" olumsuz davranışlara maruz kalmaktalar. Buna "kilo etiketlemesi" diyoruz. Etiketlenen insanlar birçok ön yargılı davranışlara maruz kalıyorlar. Bazıları alay edilmek, hakaret edilmek, aşağılanmak, küçültücü isimler takılmak gibi sözel ön yargılarla ilgili davranışlarla karşılaşırken; bazıları da uygunsuz şekilde dokunulma, sarılınma, ve diğer saldırgan tutumlar gibi fiziksel davranışlara katlanmak durumunda kalıyorlar. Dahası, gerçek hayatta, bedenlerine uygun olmayan tıbbi gereçler, hava alanında fiziksel zorluklar, uçak koltuklarının uygun olmaması, mağazalarda bedenlerine uygun kıyafet bulamamaları gibi birçok farklı engeller de yaşamlarını zorlaştırıyor.
Bazı iş ortamlarında aşırı kilolu insanlar yukarıda da bahsettiğim örnekte olduğu gibi, sadece görünüşlerinden dolayı terfi alamamakta, daha az ücret ödenen işlerde çalışabilmekte, hatta işten çıkarılmada ilk sırada yer almaktadırlar. Okullarda kilolu çocuklara isimler takılmakta, alay edilmekte, aşağılanmakta ve zorbalığın hedefi haline gelmektedirler.
Kilo Etiketlemesinin Psikolojik Sonuçları Nelerdir?
Aşırı kilolu ve obez insanlarda depresyon, anksiyete, sosyal izolasyon, psikolojik uyum sorunları, normal popülasyona göre birkaç kat daha fazla görülmektedir. Sosyal mesajlar kilonun, kişinin kendi kontrolü ile alakalı olduğu inancını yaydığı için, bu kişiler klişeleşmiş, basmakalıp tasvirlere karşı çıkmak yerine, kilo vermeye çalışıp baskılardan kaçınmaya çalışmaktadırlar. Eğer diyetisyen ve psikolog desteğini alamazlarsa, başarı yüzdeleri çok az olmakta ve kendilerini daha da başarısız gördükleri için özsaygıları daha da azalmakta ve depresyon sıklığı artmaktadır.
Bu etiketlenme çoğu zaman kilo verme girişimlerinde olumsuz sonuçlar doğurmakta, bazı aşırı kilolu kişilerde daha fazla ve düzensiz yemek yeme isteğine yol açmakta ve kilo vermek yerine, daha da fazla kilo almalarına neden olmaktadırlar. Tıbbi ortamlarda etiketlemelerde ise o kişilerin daha az ve yetersiz tıbbi destek almalarına neden olmaktadır. Araştırmalar özellikle kadın aşırı kilolu hastaların randevularını daha fazla iptal ettirdiklerini ve imkanlardan daha az yararlandıklarını göstermektedir.
Çocuklarda "Kilo Etiketlemesi" Ne Gibi Psikolojik Sorunlara Yol Açıyor?
Yüksek kilolu çocuklar bu olumsuz etiketlemeden en çok etkilenen grubu oluşturmaktadırlar. Diğer çocuklar, aşırı kilolu arkadaşlarına acımasızca huysuz, aptal, çirkin, mutsuz, tembel ve az arkadaşı olması gibi atıflar yapmaktadırlar. Okul ortamları bu tür yıkıcı etiketlemenin en çok görüldüğü ortamlardır. Bu yıkıcı psikolojik davranışları en çok da çocuğun yakınında bulunan arkadaşları yapmaktadırlar.
Bu davranışlara maruz kalan çocukların psikolojik durumları süratle bozulmakta, sürekli maruz kaldıkça da olumsuz tutumları içselleştirmekte , "kendilerini suçlama" ve depresif semptomlar geliştirerek özsaygılarında büyük bir yıkım meydana gelmektedir. Ergenlik döneminde ise bu yıkıma ek olarak bazı durumlarda "intihar düşünceleri" ve "aşırı sosyal izolasyon" da eşlik etmektedir.
*Kafe Medya ile tanıtım için tıklayın!

Memorial Antalya Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Yaşar Tuna, kolon kanserinin belirtileri ve erken tanının önemi hakkında bilgi verdi.
1 cm'den büyük polipler risk faktörü
"Kolon" diye adlandırılan kalın bağırsak, yaklaşık 2 metre uzunluğundaki sindirim sisteminin en sık kanser görülen kısmıdır. Kalın bağırsak kanserlerinin % 80'den fazlası bağırsaktaki polip denilen yapılardan kaynaklanır. Polipler, bağırsağın iç yüzünde oluşan ve bağırsak içine doğru uzanan yapılardır. Kalın bağırsakta polip bulunma olasılığı yaş ilerledikçe artmaktadır. 50 yaş üzerindeki insanların %25 -30'unda, 70 yaşındaki insanların da yaklaşık yarısında polip bulunmaktadır. Polip çapının 1 cm'den büyük olması, birden fazla polip bulunması kansere dönüşüm olasılığını artırmaktadır. 1 cm'den küçük poliplerin %1'den azı kansere dönüşürken, 1 cm'den büyük poliplerde bu oran 10 yılda % 10, 20 yılda da % 25'lere çıkmaktadır.
Hayvansal yağ tüketimini sınırlandırın
Kolon kanserinin nedeni kesin olarak bilinmemektedir fakat oluşumunda etkili olan bazı çevresel ve genetik nedenler vardır. Ailesinde kolon kanseri olan kişilerin kansere yakalanma riski daha yüksektir. Ayrıca daha önceden meme ve yumurtalık kanseri geçirmiş kişilerde ve ailelerinde kolon kanseri gelişenlerde görülme sıklığı fazladır. Bunların dışında ülseratif colit ve crohn hastalığı da kolon kanseri ihtimalini arttırmaktadır. Beslenme, kolon kanserinin oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle Batı tipi diyet kanser riskini arttırmaktadır. Yapılan araştırmalar, hayvansal yağların tüketiminin kolon kanserinin oluşumunda etkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca bazı kimyasal maddelerin kullanımı risk oluşturmaktadır.
Kansızlık ve halsizlik belirtiler arasında
Kolon kanserinde erken tanı hayat kurtarıcıdır. En çok karşılaşılan şikayetler arasında kabızlık veya barsak davranışlarında değişiklik gelmektedir. Kabızlığın ardından hastada ağrı atakları başlar ve bunu genelde ishal takip eder. Bazen kansızlık, halsizlik ve makattan kanamaya yol açabilir. Erken evrede bağırsak lümeni henüz daralmamıştır ve belirtiler tanı koymak için bazen yeterli olamamaktadır. Bu yüzden hastada bu gibi şikayetler varsa, mutlaka bir uzmana başvurulması gerekmektedir. Dışkıda gizli kan tespit edilen hastalar kolon kanseri açısından mutlaka incelenmelidir. Görüntüleme yöntemleri kalın bağırsaktaki herhangi bir anormalliği ortaya koymaktadır.
Kolonoskopi ile konulan erken tanı hayat kurtarıyor
Kolonoskopi, erken evre kolon kanserlerinin saptanması için çok önemlidir. Erken tanı konulması hayat kurtarıcı olduğundan 50 yaşını tamamlayan bireylerde mutlaka kolon kanseri tarama tetkikleri düzenli olarak yapılmalıdır. Kolonoskopi ile hastanın bütün kalın bağırsağı görüntülenir. Görülen tüm polipler çıkartılma, gerekli görülen durumlarda da bağırsaktan parça alınarak incelemeye gönderilmektedir. İşlem uzmanlar tarafından yapılmalı ve tüm kolon çok iyi incelenmelidir. Uyutularak yapılan işlem, hasta için çok güvenli ve konforlu bir işlemdir. Erken evre kolon kanseri tanısı için tarama her 50 yaş sağlıklı bireyde başlamalı ve 5-10 yılda bir tekrarlanmalıdır.
Popüler Yayınlar
-
Neden atmıyorlar, tedavisi mümkün mü? Asıl adı Kompulsif Biriktirme Hastalığı (Dispozofobi) olan ve halk arasında istifçilik olarak bili...
-
Çağımızın hayati riske neden olan en önemli hastalığı olarak kabul edilen kanserin tedavisinde önemli gelişmeler yaşanıyor. Kadınlarda ...
-
Son günlerde Televizyonlarda ve Gazetelerde yaptığı açıklamalarıyla dikkatleri üzerinde toplayan Uzman Diyetisyen Çağatay Köşkeroğlu, kendi ...
-
Evrimci bilim adamlarının üreme başarısında bir görevi olmadığını düşündükleri kadın orgazmıyla ilgili önemli bir keşif yapıldı. Bilim insan...
-
Vücudumuzda D vitamini oluşumunu sağlıyor, bağışıklık sistemini güçlendiriyor, uyku kalitesini artırıyor, ruhumuza enerji veriyor… Güneş...
